Elmasın eski Mısır’da güneşi temsil ettiğine, güç, cesaret ve doğruluk sembolü olduğuna inanılır.
Büyüleyici pırıltısıyla eski zamanlardan beri kralların taşı olan pırlanta, karbon grubundandır. Adının Yunanca’daki “yenilmez” anlamındaki “adamas” dan geldiğine inanılır. MÖ 3000 yıllarında, Firavunlar döneminde Mısır’da bulunan hiyerogliflerde, elmasın güneşi temsil ettiği, güç, cesaret ve doğruluk sembolü olduğu düşünülmekteydi.
Hindular ise, elmasın, kayalara yıldırım düştüğü sırada oluştuğuna inanmışlardı. Bir efsanede, Hint Tanrısı Krishna’nın sevgilisi Radha’ya, ay ışığında parıldayarak onun güzelliğini yansıtması için mükemmel bir elmas verdiği söylenir. Bu hikâyede adı geçen elmasın da, dünyanın en büyük elmasları arasında bulunan “Koh-i-Noor” olduğuna inanılmaktaydı.
Yüzyıllar boyunca pırlantaya yönelik pek çok efsane anlatılmıştır. Gücü ve yenilmezliği anlattığına inanıldığı için 14.yy’a kadar özellikle krallar pırlanta taşıyabilmiştir. 14. yy’ dan itibaren Avrupa’nın bazı bölgelerinde, inciyle birlikte mücevherde kullanılmaya başlamıştır.
Yaygın bir inanışa göre pırlantanın günümüzdeki gibi ölümsüz aşkın sembolü haline gelmesi, 1477 yılında Avusturya Arşidükü’nün nişanlısına nişan yüzüğü olarak hediye etmesiyle başlamıştır.
İlk nehir yatağında bulunan elmaslar, yaklaşık olarak M.Ö. 800 yıllarında Hindistan’dadır. Tarihin büyük kısmında, elmaslar nehir yatakları yakınlarından ve bu çevredeki toprak yüzeyinden çıkarılmıştır. Daha sonra Brezilya’da ve 1866’nın başlarında Güney Afrika’nın büyük yatakları keşfedilmiştir. Rusya da büyük elmas yataklarının bulunduğu ülkelerden biridir.
Bilinen en sert mücevher taşı olan elmas’ın sertliği Mohs’ a göre 10 olarak değerlendirilir.
İyi bir pırlantayı anlamak için tüm dünyada ortak bir dil olarak kullanılan bazı kriterler vardır. Buna pırlantanın 4 C’si denilmektedir.
Bunlar;
CARAT / KARAT / KIRAT
CLARITY / BERRAKLIK
COLOUR / RENK
CUT / KESİM ‘dir.